22 Mayıs 2015 Cuma

İLK KİTABIMIZ;BAB-I ESRAR

,


Bab-ı Esrar

Bab-ı Esrar
Ahmet Ümit

Edebiyatımızın son zamanlarda en ünlü isimlerinden biri olan Ahmet Ümit'e ait bu müthiş roman, polisiyeyi ve hayal gücünü mükemmel bir uyum içerisinde birleştirmiş. İnsanın okumaktan kendini alamadığı bu roman, her ne kadar basit bir soruşturma üzerine kurulmuş gibi görünse de, olay içinde olay anlatımının doruğa ulaştığı kitabı okurken Ahmet Ümit'in dili kullanma becerisine hayran kalmamak elde değil.Bu özelliği, aynı zamanda kitaba oldukça gizemli bir hava katıyor. Kitabın adı da zaten bu gizemlilikten geliyor: "Sırlar Kapısı". 

Kitabın Kahramanları ve Konusu
Kitabımızın baş kahramanı Karen Kimya Greenwood adında bir İngiliz sigorta uzmanıdır. Karen'ın babası Poyraz Efendi, Konyalıdır ve eski bir Mevlevi dergahı üyesidir. Susan adındaki bir İngiliz kadınına aşık olmuştur. Sonra beraber Londra'ya gitmişler ve bir kızları olmuştur. Karen'ın göbek adı Kimya ise Mevlana'nın evlatlık kızı Kimya Hatun'dan gelmektedir. Karen daha küçükken Poyraz Efendi, bir daha haber alınamamak üzere ortadan kaybolmuştur ve şu anda Pakistan'da yaşadığı tahmin edilmektedir. 
Kitaptaki olayların çıkış noktası, Karen'ın, Konya'daki bir otel yangınını araştırması için Konya'ya gönderilmesidir. Bu otel yangınıyla bağlantılı kahramanlar, sigorta şirketinin Konya temsilcisi Mennan, otelin sahibi ve bağlı olduğu turizm şirketinin yöneticisi Ziya Bey, şüpheli güvenlik görevlisi ve eski bir sabıkalı olan Serhad, diğer bir sabıkalı ve şüpheli şoför Cavit, Karen'ın İngiltere'deki müdürü Simon ve yangına şahit olmuş temizlik görevlileri Kadir'den ve Nezihe'den oluşmaktadır. Bu kahramanların yanında, Karen'ın nişanlısı ve karnındaki bebeğin babası Nigel, Ziya Bey'in, aynı zamanda Mevlevi olan babası İzzet Efendi, Karen'ın hayali çocukluk arkadaşı Sunny, Karen'ın çantasını çalan ve ardından öldürülen hırsız Solak Kamil ve bu hırsızlığı araştıran Komiser Zeynep ve Komiser Ragıp gibi başka kahramanlar da sayılabilir.
Kitapta, bütün bu olayların yanında, Konya'ya geldiği gün, siyahlı bir adamın Karen'a gizemli bir yüzük vermesiyle başlayan, tamamıyla Karen'ın hayal dünyasına ait olan başka bir olaylar bütünü daha yer almaktadır. Bu olaylar bütünü çerçevesinde, kitabın çeşitli bölümlerinde, Mevlana ve onun akıl hocası Şems-i Tebrizi'nin ilahi aşkları anlatılmakta; bu noktada Karen, rüyalarında, Şems-i Tebrizi'nin gözünden, 700 yıllık bir aşka şahit olmakta; aynı zamanda Şems-i Tebrizi ve Mevlana'yı tanımaktadır. Hatta bu olaylar gerçekle bağdaştırıldıklarında ortaya çıkan tesadüfler, Karen'ın kafasını bir hayli karıştırmaktadır. Bu olaylar bütünü çerçevesinde anlatılan karakterler Şems-i Tebrizi, Mevlana, Mevlana'nın evlatlık kızı Kimya Hatun, karısı Kira Hatun, büyük ve daha olgun oğlu Bahaeddin Veled ile küçük ve daha az terbiyeli oğlu Alaeddin Çelebi'dir.
Kitaptaki olayların çıkış noktası, Konya'da bir otel olan Yakut Otel'in yanmasıdır. Karen'ın çalıştığı uluslararası sigorta şirketi, Karen'ı, bu otel yangınını soruşturması için Konya'ya göndermiştir. Çünkü savcılık raporuna, olayın bir kaza olarak geçmesinden dolayı sigorta şirketi, otelin sahibi İkonion Turizm'e 3 milyon Pound ödemiştir. Fakat sigorta şirketi, otel yangınının kaza değil, kundaklama olduğu düşünmektedir. Eğer sigorta şirketinin bu düşüncesi doğruysa İkonion Turizm, sigorta şirketine 3 milyon Pound'u geri verecektir.
Kitap, Karen'ın uçağının Konya'ya inmesiyle başlar. Onu havaalanından alan, sigorta şirketinin Konya temsilcisi Mennan Fidan, son derece uysal ve sakin bir adamdır. Mennan, Karen'ı oteline bırakacaktır. Fakat yolda, Mennan'ın arabasının lastiği patlar ve Mennan, lastiği değiştirmek için kolları sıvar. Bu sırada, Karen arabada indiğinde, yoldan geçen siyahlar içinde gizemli bir meczup, Karen'a gizemli bir yüzük verir. Ardından bu siyahlı adam kayıplara karışır. Karen için tuhaf olayların başlangıcı niteliğindeki bu yüzük, artık Karen için, Konya yolculuğunu sıradan bir yolculuk olmaktan çıkaracaktır.
Karen, otele gittiğinde, odasındayken bir sesin ona "Kimya...Kimya Hanım..." diye seslendiğini duyar ve sesin kaynağını arar. Balkondan dışarı baktığında ise, siyahlı adamın aşağıda, ona bakmakta olduğunu görür. Bu gördüğünden çok korkan Karen, odasında uyuyakalır. Rüyasında, odasının duvarında buz mavisi bir kapı vardır. O kapıdan geçince, karşısında yine o gizemli siyahlı adamı bulur. Siyahlı adamla Allah arasında geçen bir konuşmaya tanık olur tanık olur:

"Ey göğü ve yeri yaratan, ey olmazı olur kılan... Kendi gizli sevgililerinden birinin adını bana söyler misin?”
“İstediğin can, herkesin gözünden saklı, güzel ve mağfirete nail olmuş, Belhli Sultanü’l-Ulema Baha Veled’in oğlu Muhammed Celaleddin’dir.”“Ey umutların umudu, ey varlığımızın kutsal ışığı. O sevgilinin mübarek yüzünü, Muhammed Celaleddin’in suretini bana gösterir misin?”
“Buna teşekkür borcu olarak ne verirsin?” 
“Başımı!”
“Mana budur işte. Aşk budur. Aşkın tek bedeli vardır, o da candır. Ölümle kutsanmayan aşk, aşk değildir. Bundan böyle Baha Veled’in oğlu Muhammed Celaleddin sana helaldir. Git ve onu bul. Git, onu bul, ama bize verdiğin sözü de unutma.”

Bu tuhaf olaylara anlam veremeyen Karen, artık aklını kaybettiğinden korkmaya başlar ve bunlara bir anlam verme çabası içine girer. Ertesi gün Mennan ile birlikte İkonion Turizm'in yöneticisi Ziya Bey'in ofisine görüşmeye giden Karen, Ziya Bey'in ondan bir şeyler sakladığını sezer ve yangının şahitleriyle bizzat görüşmek ister. Bu arada, Ziya Bey'in babasının da kendi babası gibi Mevlevi olduğunu öğrenen Karen, onunla da görüşmek istediğini dile getirir. Ziya Bey, Karen'ın isteklerini kabul eder. O sırada Karen'ın parmağından kan akmaya başlar ve Ziya Bey, Karen'ın parmağının kanadığını zanneder. Fakat gerçekte, Karen yaralı değildir, önceki gün aldığı yüzük, tuhaf bir şekilde "kanamaya" başlamıştır. Olanlara yine anlam veremeyen Karen, parmağını ve yüzüğü yıkadıktan sonra, Yakut Otel'in yıkıntıları arasında, yangının tanıkları Serhad ve Nezihe ile görüşmeye gider.Görüşme sırasında sık sık ondan bir şeyler saklandığını sezen Karen, maalesef görüşmeyi istediği gibi bitiremez. Çünkü Serhad ve Mennan'ın araları bozuktur ve görüşme sırasında kavga ederler. Karen, mecburen geri döner.
Karen, akşam yemeğinde yediği fırın kebabından sonra, Konya sokaklarından geçerek otele giderken, bir hırsız, Karen'ın çantasını, Şems-i Tebrizi ve Mevlana'nın Konya'da buluştukları nokta olan Merec-el Bahreyn'de çalıp kaçar ve Karen bayılır. Bayıldığında gördüğü rüyada, Şems-i Tebrizi'nin gözünden, Mevlana ile Şems-i Tebrizi'nin buluşmalarına tanık olur. Uyandığında ise bir hastanede yatmaktadır. Çantasının, içindeki her şeyle kayıplara karıştığını da orada öğrenir. Çaresiz otele uyumaya gider.
Karen, bu sefer rüyasında, Şems-i Tebrizi'nin bedeninde, Mevlana'nın evindedir. Bu iki büyük insanın aralarındaki büyük aşka bir daha tanık olan Karen, uyandığında gece yarısıdır ve polisler kapısını çalmaktadır. Kapıyı açınca karşısında, tipik Türk erkeği görüntüsündeki Komiser Ragıp ve sakince kenarda bekleyen Komiser Zeynep'i bulur. Bu iki polis memuru, Karen'a, çantasının bulunduğunu ama pasaportunun hala kayıp olduğunu, hatta çantasını çalan hırsızın cesedinin bulunduğunu söylerler. Karen polislere, sabah karakola gelip eşyalarını alacağını söyledikten sonra Mennan Karen'ı arar ve hemen buluşmak ister. Sonra otel lobisinde buluştuklarında Mennan'ın Şems-i Tebrizi hakkında anlattıkları Karen'ın kafasını iyice karıştırır. Öyle ki Mennan, Şems-i Tebrizi'nin ona yardım etmekte olduğunu iddia eder. Karen, Mennan'ın söylediklerine inanmasa da, bu tesadüfler, kafasını iyice karıştırmıştır.
Odasında küveti dolduran Karen, küvette uyuyakalır ve rüyasına, çocukken, kendi kafasında kurduğu, hayal ürünü arkadaşı Sunny girer. Fakat tuhaflık yine Karen'ın peşini bırakmaz ve Sunny onu Şems-i Tebrizi'nin yanına götürür. O sırada Karen uyanır ve onun için gün başlamıştır. Mennan ile birlikte karakola giderler ve Karen, eşyalarını alır. Bu arada cinayetin detaylarını öğrenirler. Hırsız, eski sabıkalı Solak Kamil'dir. Cinayet işlenirken, Solak Kamil'in sol eli kesilmiş, sonra Solak Kamil, kesik eli ağzına sokulmak suretiyle boğulmuştur, cesediyse Merec-el Bahreyn'de bulunmuştur. Bu cinayeti fanatik dinci bir grubun işlediği düşünülmektedir. Bu arada Karen, Yakut Otel yangınının da araştırılmasını ister ve karakoldan ayrılırlar. Ardından Karen ve Mennan, yangının, akıl sağlığını yitirmiş olduğu iddia edilen şahidi Kadir ile görüşmeye giderler. Kadir, yangının kundaklama olduğunu, iki itfaiye giysili kişinin yangını çıkardığını anlatır. Bu duyduklarından sonra şüphelenmekte haklı olduğunu anlayan Karen, İzzet Efendi ile buluşmak için Ziya Bey'in ofisine gidecektir; fakat daha erken olduğu için Mevlana Türbesi'ni gezmeye gider. Ancak parmağındaki yüzük orada da kanar ve başına iş açar. Otele gelen Karen, buluşmaya zor yetişir.
İzzet Efendi, Ziya Bey'in ofisine, sağlık problemlerinden dolayı gelemez. Ama Karen, fırsatı kaçırmaz ve diğer tanıklar olan Serhad ve Cavit ile görüşür. Şüphe uyandıran tavırlarının devamı üzerine, Karen, her ne kadar kanıtlayamasa da, artık yangının kundaklama olduğundan emindir.
Ziya Bey'in ofisinden çıkıp İzzet Efendi'nin evine giden Karen, babası hakkında bilgi edinmek istemekte, fakat Mevlevi düşünce tarzından yoksun olduğu için İzzet Efendi'yi anlamakta güçlük çeker. Bu arada Karen, İzzet Efendi'ye kanayan yüzüğü sorar ve İzzet Efendi ona, Şems-i Tebrizi'nin "Makalat" adlı kitabından istediğini öğrenebileceğini söyler. Ardından Komiser Zeynep onları karakola çağırır. Apar topar karakola gittiklerinde Komiser Zeynep, Karen ve Mennan'ın, Serhad ve Cavit hakkındaki düşüncelerini öğrendikten sonra onları da araştırmaya karar verir. Artık onlar da şüphelidir ve evleri aranacaktır.
Mennan'ın sahaf bir arkadaşı sayesinde Makalat'ı bulurlar ve Karen kanayan yüzüğün hikayesini okur. Hikayede, yüzük taşının, bir dervişin semaya çıkamamaktan düğüm olmuş kalbi olduğu yazmaktadır. Her ne kadar hikaye ilginç gelse de, çok uykusu olan Karen,  rüyasında, Şems-i Tebrizi'nin, Mevlana'nın kızı Kimya Hatun'u öldürüldüğü görür ve uyanır. Sonra balkondan dışarı bakınca, hayali çocukluk arkadaşı Sunny'nin aşağıda onu beklediğini görür ve onun yanına iner. Sunny ondan kaçınca Karen, onu bir mezarlığa kadar kovalar. Orada Sunny, Şems-i Tebrizi'ye dönüşür ve Karen, ona, Kimya Hatun'u niçin öldürdüğünü sorar. Şems-i Tebrizi, Karen'a hakikati görmediğini, mantık içinde hapsolduğunu ve onun ona gösterdiklerini yorumlayamadığını söyleyerek Karen'ın kafasında daha da fazla soru işareti bırakır.
Sabah olup güneş doğduğunda odasına dönen Karen'a, pasaportunun bulunduğu haberini Komiser Zeynep verir ve bunun üzerine Karen, Mennan ile birlikte karakola giderler. Orada, Serhad ve Cavit'in tutuklanmış olduğunu görürler. Her ne kadar pasaportu bulunmuş ve Serhad ve Cavit'in eski sabıkalılar olduğu, hatta Solak Kamil ile bağlantıları olduğu öğrenilmiş olsa da evlerinde hiçbir kanıt bulunmadığını söyleyen Komiser Zeynep'in yapabileceği başka bir şey yoktur. Bu yüzden, artık Karen'ın Konya'daki işi bitmiştir ve Londra'ya dönecektir.
Karakoldan çıkınca Karen, İzzet Efendi'nin ilerleyen saatlerde Mevlana Müzesi'nde olacağını öğrenir. Ardından Ziya Bey ile, ziyareti sonuçlandırmak için son bir kez görüşme isteğinde bulunur ve onunla da günün ilerleyen saatlerinde buluşmak için anlaşırlar. Artık Karen birkaç saatliğine yalnızdır. Bu fırsatı kaçırmaz ve Şems-i Tebrizi Camii'ne gider. Orada, yine Şems-i Tebrizi'nin bedeninde hayallere dalar. Gördüğü manzara, şu ana kadarkilerin en korkuncudur. Mevlana'nın oğlu Alaeddin Çelebi'nin de olduğu yedi kişilik bir grup, Şems-i Tebrizi'nin kapısını çalar. Şems-i Tebrizi'nin karşısındaki yedi bıçak, onun ölüm fermanıdır.
Uykusundan uyanan Karen, apar topar camiden çıkar ve İzzet Efendi'yle buluşmak üzere Mevlana Türbesi'ne gider. İzzet Efendi'ye, babasının onu neden terk ettiğini anlamak için, Mevlana ve Şems-i Tebrizi'nin aşkları üzerine sorular sorar ve "hakikat" hakkında biraz daha fikir sahibi olur.
Mevlana Türbesi'nden çıkıp otele giden Karen'ı, otelin kapısının önünde Ziya Bey yakalar ve arabasına alır. Şoför koltuğunda Cavit'i gören Karen, arabaya binmekle hata yaptığını anlar fakat iş işten geçmiştir. Ziya Bey, her ne kadar Yakut Otel yangınının kundaklama olduğunu bizzat söylese de, Karen'ın, sağanak yağmurda tam gaz araba süren Cavit'ten ve onu tehdit edercesine sorgulayan Ziya Bey'den kaçışı yoktur. Sonra ansızın arabanın karşısına, Konya'ya geldiği gün Karen'a kanayan yüzüğü veren siyahlı adam, yani Şems-i Tebrizi çıkar. Onu ezmekten korkan Cavit freni kökleyince, araba havada taklalar atarak yere düşer. Neyse ki Karen'ın başına bir şey gelmemiştir fakat Cavit ve Ziya Bey orada ölmüşlerdir.
Karen, hastanede gözlerini açmadan önce, Şems-i Tebrizi'nin, bir elinde Ziya Bey'in kesik kafasını, diğer elinde kanlı bir kılıç tuttuğunun hayalini görüp, uyandığında bunları dile getirince, hastanedekiler Karen'a sakinleştirici verirler ve Karen yine uykuya dalar. Rüyasında, Şems-i Tebrizi, Karen'a babasını gösterir. Babası, Karen'ın hasretinden semaya kalkamamaktadır. Kanayan yüzüğün sırrı ise, Karen'ın semaya kalkamayan babasının kalbidir. Küçük kızını görünce Poyraz Efendi, her ne kadar kalbindeki düğüm çözülmüş olsa da, ilahi aşka ortak koştuğu için Allah'tan kızının değil, onun canını almasını ister. Ardından Poyraz Efendi semaya kalkar ve rüya biter. Bu sırada Karen, babasının gerçekten öldüğü haberini, onu arayan annesinden alır. Babasının ölümünü kabullenen Karen, artık 3 milyon Pound'u Ziya Bey'in tek akrabası olan İzzet Efendi'ye bırakmaya, eve dönmeye ve bebeğini doğurmaya hazırdır.

Kaynak:http://brkytckitap.blogspot.com.tr/p/bab-esrar.html

1 yorum: